-42955
536327
çööpp
çööpp
15.20
... "Mevhibe"nin birinci cildini tamamladığımda, Osmanlı İmparatorluğu'nda doğan kendi halinde küçük bir kızın nasıl bir gün Türkiye Cumhuriyeti'nin birinci kadını haline geldiğini yazmıştım ve serüvenin burada bittiğini düşünüyordum. Yanılmışım... Bayan İnönü'nün hayatının diğer yarısının da sürükleyici bir roman kadar hareketli olduğunu ancak yeni kitap için çalışırken öğrendim. O döneme ait eserleri karıştırırken, gazeteleri okurken, yüzlerce mektubu tek tek gözden geçirirken, 11 Kasım 1938'den 7 Şubat 1992'ye kadar anneannemin yaşadıklarını gün gün izledim. Acılarını, heyecanlarını, sevinçlerini hissettim, çoğu zaman kendimi onun yerinde buldum. Bir defa daha bu hikayeyi tamamlamak için bana ne kadar çok belge bıraktığına hayret ettim. Tavan arasındaki sandıklardan ansızın çıkan, geçen asırdan kalma, eski Türkçe mektuplar, dosyaların içine saklanmış, Avrupa modaevlerinden Bayan İnönü'nün zevkine sunulmuş elbise modelleri, imzalı fotoğraflar, albümler, İsmet Paşa'nın yetişmekte olan evlatlarına yazdığı, eğitim alanında ders niteliği taşıyan öğütler ve rastladığım her yerde eski dostlarından bana aktarılan anılarla, Özden Toker'in yaşantısının en hızlı devrelerini yansıttığı günlükler...
"Mevhibe"nin devamı yine tarih içinde bir gezinti oldu. Kahramanım artık sadece "Hanımefendi" diye anılıyordu. Bu defa Çankaya Köşkü'nde İkinci Dünya Savaşı'nın sıkıntılarını, Pembe Köşk'te demokrasiye geçişin sancılarını çekti. Bir anne olarak çocuklarını siyaset hayatının etkilerinden kurtarmaya çabalarken diğer taraftan Cumhuriyetin birinci kadını olarak kocasının yanı başında her toplumsal etkinlikte yerini aldı. Başına gelenler Türkiye'de çok partili demokrasiyi yerine oturtma gayreti içindeki diğer politikacı ailelerinin yaşadıklarından örneklerdi. O bu sınavı şerefi ile verebilmiti. Tek dileği gelecek kuşakların aynı acıları çekmemeleriydi...
(Önsöz'den)
Kapat